Bilimin Sihri: Bir Kimyagerin Gözünden Bilim Felsefesi ve Modern Bilimin Krizi

Valla, bazen bir metinle karşılaşırsınız da, içinizde bir şeyler titreşir! İşte bu kimyager bilim insanının yazdıkları tam böyle… “Hayatımı kimyanın sihri peşinde koşarak geçirdim” diyor, ve bu sade cümle aslında bilimin ruhunu özetliyor. Günümüzde bilimi sadece “kanıt”, “data”, “objektiflik” kelimelerinde sıkıştırırken, bu adam bilimin büyülü yanından bahsediyor!
Bu metin bana Simon Sarris‘in “Tanrıları Överken” makalesini hatırlattı. Çünkü ikisi de aynı şeyi farklı açılardan anlatıyor: Modern dünyanın hayret duygusunu nasıl kaybettiğini! Bilim de tıpkı sanat gibi, merak ve keşif tutkusuyla doğmuş ama sonradan dogmatik bir “otorite” haline gelmiş.
Yazarımızın anlattığı şey çok önemli: “Scientia” kelimesi eskiden hem fiziksel hem de ruhsal dünyanın bilgisi anlamına geliyormuş. Yani bilim, spiritualiteyi dışlamıyormuş! Ama zamanla anlam daralması yaşanmış, sadece fiziksel dünya kalmış. Bu daralma iyi mi kötü mü? İşte asıl soru bu!
En ilginç kısım, “sert bilim” kavramı. Yazar sosyoloji, politika, ekonomi gibi alanları “sıkı anlamda sert bilim değil” diyor. Bu çok cesur bir açıklama! Çünkü günümüzde herkes “bilimsel” görünmeye çalışıyor. “Beslenme bilimi”, “egzersiz bilimi”, “mutfak bilimi”… Hepsi “bilim” adını kullanıyor ama gerçekten bilim mi?
Francis Bacon’ın bilimsel yöntem tanımı da çok düşündürücü. Adam “önceden kabul edilmiş planlara göre” bilgi toplama diyor ama bu zaten subjektif bir süreç! Yani bilimsel yöntemin kendisi bile tamamen objektif değil!
Einstein’ın sözüyle bitirmiş metni: “Gerçekliğe karşı ölçüldüğünde bilimimiz…” (devamı yok ama tahmin edebiliyoruz – “çok yetersiz” gibi bir şey!) Bu alçakgönüllülük modern bilimin en çok ihtiyaç duyduğu şey!
![]() |
Bilimin Sihri: Bir Kimyagerin Gözünden Bilim Felsefesi ve Modern Bilimin Krizi |
Bilimin Tarihsel Yolculuğu: Scientia’dan Modern Science’a
Bu etimolojik yolculuk gerçekten çarpıcı! “Scientia” kelimesinin orijinal anlamına baktığımızda, bilimin ne kadar geniş bir kavram olduğunu görüyoruz. Latince “scientia” sadece fiziksel değil, ruhsal dünyanın da bilgisini kapsıyormuş. Bu çok anlamlı!
Düşünsenize, Antik çağda bilim insanları aynı zamanda filosoflar, mistikler, sanatçılar da oluyormuş! Leonardo da Vinci mükemmel örnek – hem anatomi hem resim hem mühendislik… Hiçbiri diğerinden ayrı değil!
Peki bu anlam daralması ne zaman, nasıl oldu? Sanırım Aydınlanma Çağı’yla başladı. Descartes’ın “res extensa” (maddesel alan) ile “res cogitans” (düşünsel alan) ayrımı bu sürecin başlangıcı olabilir. Bilim sadece “res extensa”ya odaklanmaya başladı.
19. yüzyıl pozitivizmi bu süreci hızlandırdı. Auguste Comte “pozitif bilim” diyerek, sadece gözlemlenebilir, ölçülebilir şeylerin bilim sayılacağını ilan etti. Metafizik, din, sanat “bilim dışı” ilan edildi!
20. yüzyılda ise uzmanlık çağı başladı. Bilim dalları birbirinden koptu. Fizikçi kimyayı bilmiyor, kimyager biyolojiyi bilmiyor… “Interdisciplinary” yaklaşım ancak son yıllarda yeniden popüler olmaya başladı!
Ama belki de en büyük kayıp, hayret duygusunun kaybolması! Antik bilginler doğaya hayran kalır, “bu nasıl mümkün?” diye sorarlardı. Şimdi ise “nasıl işliyor?” sorusu ağır basıyor. İkisi arasında büyük fark var!
“Sert Bilim” Ayrımı: Kimya vs Sosyoloji Tartışması
Bu kısım gerçekten cesur! Yazar açıkça diyor ki sosyoloji, politika, ekonomi “sıkı anlamda sert bilim değil.” Bu ifade çok tartışmalı ama düşünmeye değer!
“Sert bilim” ne demek? Tekrarlanabilir deneyler, ölçülebilir sonuçlar, kesin tahminler… Kimya bu kriterleri karşılıyor. Hidrojen + oksijen = su, her zaman ve her yerde aynı! Ama sosyolojide böyle mi?
İnsan davranışı tahmin edilebilir mi? Belki istatistiksel olarak ama bireysel olarak çok zor! Toplumsal olaylar tekrarlanabilir mi? Her toplum, her dönem farklı… Kontrolü değişkenler çok fazla!
Ama dikkat! Bu sosyolojiyi “değersiz” saymak değil! Sadece farklı yöntemler gerektiren farklı bir alan demek. Belki de “bilim” kategorisini genişletmek yerine, “bilimsel yöntem kullanan” demek daha doğru?
“Beslenme bilimi”, “egzersiz bilimi” örnekleri de ilginç! Marketing amaçlı “bilim” kelimesi kullanımı çok yaygın. “Scientifically proven” derken aslında 20 kişilik bir anket yapılmış olabiliyor!
Hollanda atasözü mükemmel: “Pire yakalamak hariç her şeyin bilimi vardır, o bir sanattır!” Bu, bazı alanların sanat olduğunu kabul etmenin önemini gösteriyor. Neden her şey “bilim” olmak zorunda?
Bilimsel Yöntemin Paradoksu: Francis Bacon’ın Mirası
Francis Bacon‘ın bilimsel yöntem tanımındaki çelişki çok önemli! “Kabul edilmiş planlara göre bilgi toplama” demiş ama kim ne kabul ediyor? Bu zaten subjektif bir süreç!
Modern bilimsel yöntem şöyle özetleniyor: Gözlem → Hipotez → Deney → Sonuç → Teori. Kulağa objektif geliyor ama her aşama subjektif kararlar içeriyor!
Gözlem aşamasında: Neyi gözlemleyeceksiniz? Milyarlarca şey oluyor, hangisine odaklanacaksınız? Bu seçim subjektif!
Hipotez aşamasında: Hangi açıklama akla geliyor? Bu yaratıcılık, hayal gücü, sezgi meselesi! Tamamen subjektif!
Deney tasarımında: Hangi değişkenleri kontrol edeceksiniz? Nasıl ölçeceksiniz? Bu kararlar da subjektif!
Sonuç yorumunda: Veriler ne anlama geliyor? İstatistiksel anlamlılık yeterli mi? Pratik anlamlılık ne? Subjektif yorumlar!
Yani bilimsel yöntem hiç de objektif değil! İnsan zihninin subjektif süreçlerini kullanan, ama sonuçta objektif bilgiye ulaşmaya çalışan bir yöntem!
Tarihsel Perspektif: Düz Dünya’dan Kuantum Fiziğine
Yazarın tarihsel perspektif vurgusu çok değerli! “Dünya düzdür” diyen bilginleri “cahil” saymak kolay ama o zamanki bilgilerle mantıklı açıklamaydı!
Geçmişe bakınca bilimin yanılgıları çok açık görünüyor: Flogiston teorisi, miazma teorisi, Lamarck’ın kalıtımı, eter teorisi… Hepsi zamanında “bilimsel” sayılıyordu!
Einstein’ın dediği gibi, gelecek nesiller bizim de ne kadar “cahil” olduğumuzu görecek! Bu entelektüel alçakgönüllülük çok önemli! Şu anki bilgimiz de geçici, eksik, hatalı olabilir!
Özellikle kuantum fiziği klasik bilim anlayışını alt üst etti! Belirsizlik ilkesi, gözlemcinin etkisi, dalga-parçacık dualitesi… Bunlar “sağduyu”ya aykırı ama doğru!
Bu, bilimin dogmatik olmamaması gerektiğini gösteriyor! “Bilim dedi” diye geçiştirmek değil, sürekli sorgulama, sürekli revize etme…
Ama dikkat! Bu rölativizm anlamına gelmiyor! “Her şey göreceli” değil. Bazı şeyler gerçekten doğru, bazıları yanlış. Ama hangileri olduğunu kesin bilemeyiz!
Modern Bilimin Krizi: Teknokrasi vs Bilgelik
Günümüzde bilim büyük bir krize girmiş durumda! Bir yanda “bilim karşıtlığı” artıyor, diğer yanda “bilimsel otorite” dogmatikleşiyor. İkisi de tehlikeli!
COVID-19 pandemisi bu krizi net gösterdi. “Bilimi takip edin” denildi ama hangi bilim? Bilginler sürekli fikir değiştirdi, çelişkili açıklamalar yaptı. Halk kafasını karıştırırdı!
Sorun bilimin kendisinde değil, bilimin teknokratik kullanımında! Politikacılar “bilim dedi” diyerek kararlarını meşrulaştırmaya çalışıyor. Ama bilim politika değil!
Bir de “publish or perish” kültürü var. Bilginler kaliteli değil çok makale yazmaya odaklanıyor. Sonuç? Çöp araştırmalar, tekrarlanamayan sonuçlar, sahte veriler…
En büyük sorun, bilimin “kesin bilgi” gibi sunulması! Ama bilim asla kesin değil, her zaman geçici, her zaman revize edilebilir! Bu doğasını gizlemek hata!
Çözüm ne? Bence yazarın ima ettiği gibi, bilimi sihirli bir arayış olarak görmek! Kesin cevaplar değil, sürekli soru sormak! Dogma değil, merak!
Kimyanın Sihri: Neden Bu Alan Özel?
Yazar “kimyanın sihri” demiş ve bu ifade çok anlamlı! Kimya gerçekten de en “büyülü” bilim dallarından biri. Neden?
Öncelikle, kimya dönüşüm bilimidir! Bir madde tamamen farklı bir madde oluyor. Karbon + oksijen = karbondioksit. Aynı atomlar ama tamamen farklı özellikler! Bu sihir değil de nedir?
İkincisi, kimya yaratıcı bir bilim! Fizik doğadaki yasaları keşfeder, biyoloji canlıları inceler. Ama kimya yoktan var eder! Laboratuvarda yeni moleküller, yeni maddeler yaratır!
Üçüncüsü, kimya hem teorik hem pratik! Atom teorisi çok soyut ama aynı zamanda aspirin üretiyorsunuz! Hem felsefi hem faydalı!
Dördüncüsü, kimya görünmeyeni görünür yapıyor! Atomlar görünmez ama kimyasal reaksiyonlarla varlıklarını ispatlıyorlar! Mikroskobik dünya makroskobik etkiler yaratıyor!
Beşincisi, kimya dengeye odaklanıyor! Reaksiyonlar hep dengeye ulaşmaya çalışır. Bu filozofik açıdan da çok anlamlı!
Son olarak, kimya zamanla ilgili! Reaksiyonların hızı, kataliz, dinamik dengeler… Zaman boyutunu katarak bilimi zenginleştiriyor!
Bilim vs İnanç Dikotomisinin Sonu
Yazarın “fiziksel vs ruhsal” ayrımına değinmesi önemli! Modern bilim bu dikotomiyi mutlak sanıyor ama gerçekten öyle mi?
Kuantum fiziği bu ayrımı bulanıklaştırdı! Gözlemcinin etkisi, bilinç-madde ilişkisi, bilgi-enerji denkliği… Fiziksel ve “ruhsal” birbirine karışıyor!
Nörobilim de ilginç! Beyin fiziksel bir organ ama bilinç nasıl ortaya çıkıyor? Düşünce, duygu, yaratıcılık… Bunlar sadece nöron aktivitesi mi?
Biyolojide epigenetik keşfedildi! Genler sabit değil, çevre ve yaşantı onları etkiliyor! Hatta travmalar gelecek nesillere aktarılıyor! Bu nasıl açıklanacak?
Ekolojide Gaia hipotezi var! Dünya canlı bir organizma gibi davranıyor! Bu “mistik” mi “bilimsel” mi?
Belki de sorun dikotominin kendisinde! Neden “ya fiziksel ya ruhsal” olsun? Neden bütünleşik bir yaklaşım olmasın?
21. Yüzyıl Bilimi: Yeni Paradigma Arayışı
Einstein’ın “bilimimiz gerçekliğe karşı…” sözünün devamını tahmin edebiliyoruz! Muhtemelen “çok yetersiz” diyecekti. Bu alçakgönüllülük yeni paradigmanın anahtarı!
Günümüzde bilim complexity theory (karmaşıklık teorisi) keşfetti! Bazı sistemler öngörülemez! Hava durumu, beyin, ekonomi, ekosistemler… Klasik bilimin sınırları!
Emerges (beliren özellikler) kavramı önemli! Bütün, parçaların toplamından farklı! Su = hidrojen + oksijen ama suyun özellikleri hiç benzemez bileşenlerine!
Sistem düşüncesi gelişiyor! Her şey birbiriyle bağlantılı! İzole etmek, analiz etmek her zaman yeterli değil. Bütünü görmek gerekiyor!
Yapay zeka bilimi dönüştürüyor! Makine öğrenmesi, büyük veri analizi, simülasyonlar… Bilimin yapılma şekli değişiyor!
En önemlisi, interdisciplinary yaklaşım! Biyofizik, astrobiyoloji, nöroekonomi, psikofizik… Sınırlar bulanıklaşıyor, yeni sentozler doğuyor!
Kimyagerin Bilgeliği: Laboratuvardan Hayat Dersleri
Bir kimyagerin perspektifinden bakınca bilim farklı görünüyor! Teorik değil pratik! Soyut değil somut! Kitapsal değil deneyimsel!
Laboratuvar çok şey öğretiyor! Sabır, dikkat, titizlik… Bir reaksiyon beklentinizi karşılamıyorsa, nerede hata yaptınız? Sürekli gözden geçirmek, revize etmek…
Kimyasal deneyim de önemli! Maddelerin kokusu, rengi, dokusu… Bunlar formüllerde yok! Ama kimyager için çok anlamlı! Sensoryal bilgi!
Sezgi gelişiyor! Hangi reaksiyon işe yarar? Hangi yaklaşım daha mantıklı? Bu sadece mantıkla açıklanamaz! Yıllarca deneyim gerekir!
En önemlisi, esneklik! Plan tutmayabilir, beklenmedik sonuçlar çıkabilir. O zaman ne yapacaksınız? Dogmaya sıkışıp kalmak mı, yoksa yeni fırsatlar görmek mi?
Kimya aynı zamanda yaratıcılık gerektiriyor! Yeni moleküller tasarlamak, yeni sentez yolları bulmak… Bu sanat değil de nedir?
Son olarak, kimya alçakgönüllülük öğretiyor! Doğa çok karmaşık, siz çok küçüksünüz! Ona saygı göstermek, ondan öğrenmek gerekiyor!
Bilimsel Sezgi: Kepler’den Mendeleev’e
Bilim tarihine bakınca sezginin rolü çok net görünüyor! En büyük keşifler mantıkla değil, sezgiyle yapılmış!
Kepler gezegen yörüngelerinin eliptik olduğunu nasıl anladı? Matematik değil, estetik sezgi! “Dairesel olması lazım ama veriler uymuyor… Elips daha güzel!” demiş!
Mendeleev periyodik tabloyu rüyasında görmüş! Bilinçaltı çalışmış, eksik parçaları tamamlamış! Bu “bilimsel yöntem” mi?
Darwin evrim teorisini Malthus’u okurken aniden kavramış! “Ah, doğada da böyle rekabet var!” Ani bir aydınlanma!
Einstein görelilik teorisini nasıl buldu? “Işık hızında seyahat etsem ne görürüm?” diye hayal kurarak! Gedanken experiment!
Tüm bu örnekler gösteriyor ki bilimsel keşif sadece mantıkla olmaz! Hayal gücü, sezgi, yaratıcılık, hatta bazen tesadüf gerekir!
Bu durum bilim eğitimini de sorgulatıyor! Sadece formül, veri, grafik öğretmek yeterli mi? Yaratıcılığı, sezgiyi nasıl geliştirebiliriz?
Bilimin Geleceği: Post-Modern Paradigma
21. yüzyılda bilim yeni bir paradigmaya doğru gidiyor! Klasik “objektif, deterministik, redüksiyonist” yaklaşımdan uzaklaşıyor!
Sübjektiflik kabul ediliyor! Gözlemci etkisi, kültürel faktörler, değer yargıları… Bilim tamamen objektif olmayabilir!
Belirsizlik normal karşılanıyor! Heisenberg ilkesi, kaos teorisi, karmaşıklık… Her şeyi öngöremeyebiliriz!
Bütünleşik yaklaşım önem kazanıyor! Analiz etmek yeterli değil, sentez de gerekir! Sistemsel düşünce!
En önemlisi, bilimle diğer alanların sentezi! Bilim-sanat, bilim-felsefe, bilim-spiritüalite… Sınırlar bulanıklaşıyor!
Bu yeni paradigmada kimyagerin “bilimin sihri” arayışı çok anlamlı! Bilim sadece teknik değil, aynı zamanda estetik, mistik, yaratıcı bir alan!
Sık Sorulan Sorular
“Bilimin sihri” ifadesi ne anlama geliyor?
Kimyager yazar, bilimi sadece teknik bir süreç değil, hayret uyandıran, merak duygusu yaratan büyülü bir arayış olarak görüyor. Bu yaklaşım, modern bilimin kaybettiği estetik ve spiritüel boyutları tekrar kazandırmayı amaçlıyor.
“Sert bilim” ile diğer alanlar arasındaki fark nedir?
Yazar, fizik, kimya, biyoloji gibi alanları “sert bilim” olarak tanımlarken, sosyoloji, politika, ekonomi gibi alanların “sıkı anlamda sert bilim olmadığını” belirtiyor. Bu ayrım, tekrarlanabilir deneyler, ölçülebilir sonuçlar ve kesin tahminler yapabilme kapasitesine dayanıyor.
Francis Bacon’ın bilimsel yöntemi neden paradokslu?
Bacon “kabul edilmiş planlara göre” veri toplama önerirken, bu planların kendisinin subjektif kararlar gerektirdiğini göz ardı ediyor. Neyin gözlemleneceği, nasıl kategorize edileceği gibi temel kararlar zaten objektif olamaz, bu da yöntemin objektivite iddiasını sorgulatır.
Tarihsel perspektif bilim için neden bu kadar önemli?
Comte’un “bilimin tarihi bilimin ta kendisidir” sözü, bilimsel bilginin geçici ve evrimleşen doğasını vurguluyor. Geçmişte “bilimsel” sayılan birçok teori (düz dünya, flogiston vb.) yanlış çıktı. Bu, mevcut bilgimize karşı alçakgönüllü olmamızı gerektiriyor.
Modern bilimin en büyük krizi nedir?
Modern bilimin en büyük krizi, “kesin bilgi” gibi sunularak dogmatikleşmesi ve teknokratik amaçlarla kullanılmasıdır. Bilimsel yöntemin doğası gereği geçici ve sürekli revize edilebilir olduğu unutularak, politik ve ekonomik otoriteyi meşrulaştırma aracı haline geliyor.
Kimya neden özel bir bilim dalı sayılıyor?
Kimya dönüşüm bilimidir ve yaratıcı potansiyeli çok yüksektir. Atomlar aynı kalırken tamamen farklı özellikler ortaya çıkar, bu hem teorik hem pratiktir. Ayrıca kimya görünmeyeni görünür yapar ve dengeye odaklanarak felsefi derinlik sağlar.
Sonuç: Bilimin Sihri Yeniden Keşfetmek
Bu kimyager bilim insanının yazısı gerçekten çok değerli! Bilimin ruhunu yakalıyor, teknik detayların ötesinde felsefi derinliği görüyor. “Bilimin sihri” ifadesi günümüzde çok ihtiyaç duyduğumuz bakış açısını özetliyor.
Modern bilimin en büyük sorunu, hayret duygusunu kaybetmesi! Keşfetme heyecanı yerine “kanıt üretme” endüstrisi, merak yerine “yayın yapma” baskısı gelmiş. Bilim bürokratikleşmiş, ruhunu kaybetmiş!
Ama umut var! Kuantum fiziği, karmaşıklık teorisi, sistem bilimi gibi yeni alanlar bilimi yeniden büyülemek zorunda bırakıyor. Belirsizlik, bütünleşiklik, yaratıcılık tekrar önem kazanıyor!
En önemlisi, bilim eğitimini yeniden düşünmek gerekiyor! Sadece formül ve grafik değil, hikaye ve sezgi de öğretmek lazım! Çocukların merakını köreltmek değil, beslemek!
Einstein’ın alçakgönüllülüğü örnek alınmalı! “Bilimimiz gerçekliğe karşı…” ne kadar yetersiz olursa olsun, bu arayışın kendisi güzel! Sihir burada başlıyor işte!