google-site-verification=JqUa_tpY-arGmH6gxH6bFO7jRh1d-2Vy489DaQR8NZo

İngiliz Tarihinin Tam Kronolojisi: Keltlerden Brexit'e Birleşik Krallığın Yükselişi ve Dönüşümü

İngiliz Tarihinin Tam Kronolojisi: Keltlerden Brexit'e Birleşik Krallığın Yükselişi ve Dönüşümü
İngiliz Tarihinin Tam Kronolojisi: Keltlerden Brexit'e Birleşik Krallığın Yükselişi ve Dönüşümü
İngiliz Tarihinin Tam Kronolojisi: Keltlerden Brexit’e Birleşik Krallığın Yükselişi ve Dönüşümü

İngiliz Tarihinin Tam Kronolojisi: Keltlerden Brexit’e Birleşik Krallığın Yükselişi ve Dönüşümü

Üzerinde güneş batmayan imparatorluk olarak anılan Birleşik Krallık’ın tarihini merak ediyor musunuz? Antik çağlardan günümüze kadar uzanan bu etkileyici yolculukta, bir adanın nasıl dünyanın en büyük imparatorluklarından birine dönüştüğünü keşfedeceğiz. Gelin, Britanya adasının derinliklerinden başlayarak modern Birleşik Krallık’a uzanan bu muhteşem hikâyeyi birlikte inceleyelim.

Antik Britanya: Keltler ve Roma İşgali

Britanya adası, tarih sahnesine çıkmadan önce ana kıtadan buraya göç eden Kelt kabilelerinin yurdu olarak karşımıza çıkıyor. Bu kabileler, kendi kültürlerini ve yaşam tarzlarını adaya taşıdılar ve uzun süre burada hüküm sürdüler. Ama işte, her güzel hikâyede olduğu gibi, bu huzur dolu dönem de sonsuza dek sürmedi.

Roma İmparatorluğu’nun genişleme politikası MÖ 50 yıllarında Britanya’ya ulaştı. Asıl işgal ise MS 43 yılında İmparator Claudius döneminde gerçekleşti. Romalılar adaya yerleştikten sonra, kendi mimarilerini, hukuklarını ve yaşam tarzlarını da beraberlerinde getirdiler. Britanya, Roma’nın uzak bir eyaleti olarak yaklaşık 400 yıl varlığını sürdürdü.

Ancak 5. yüzyıla gelindiğinde, Roma İmparatorluğu’nun çöküşüyle birlikte Britanya da kendi kaderine terk edildi. İmparatorluğun geri çekilmesiyle ekonomi çöktü, tarım ve ticaret faaliyetleri sekteye uğradı. Ve ada, yeni istilacılar için cazip bir hedef haline geldi.

Anglo-Sakson Dönemi: Yeni Bir Kimliğin Doğuşu

Roma’nın çekilmesiyle oluşan boşluğu, Kuzey Avrupa’dan gelen Germen kabileleri, özellikle Angıllar ve Saksonlar doldurdu. Bu topluluklar adanın doğu ve güney kısımlarına yerleştiler ve zamanla kendi hâkimiyetlerini kurdular. İşte bu dönem, Anglo-Sakson dönemi olarak bilinir ve “İngiltere” adı da, bu kabilelerden biri olan Angıllardan gelir.

Bu dönemde, İngiliz kimliğinin oluşmasında önemli bir rol oynayan bir başka gelişme de Hıristiyanlığın yayılması oldu. 7. yüzyıldan itibaren Roma’dan gelen misyonerler, adayı Hıristiyanlaştırmaya başladılar. Bu süreç, sadece dini bir dönüşüm değil, aynı zamanda kültürel bir entegrasyonun da başlangıcıydı.

Wessex Kralı Egbert, adada var olan küçük krallıkları bir araya getirerek güç kazandı. Onun ardından tahta geçen Alfred, 886 yılında Vikinglerce tehdit edilen toprakları savunarak kendisini “tüm İngiltere’nin kralı” ilan etti.

Viking İstilası ve Norman Fethi

Fakat İngiltere’nin huzuru uzun sürmedi. 10. yüzyıldan itibaren Vikingler, adaya tekrar ilgi göstermeye başladılar. 11. yüzyılın başlarında Danimarka Kralı Canute, İngiltere’yi ele geçirerek Norveç ve Danimarka ile birlikte üçlü bir krallık kurdu.

Bu karmaşık dönemde, 1066 yılında Normanların istilası gerçekleşti. Norman Dükü William (Fatih William olarak da bilinir), Hastings Savaşı’nda İngiltere Kralı Harold’u yenerek ülkeyi ele geçirdi. Bu fetih, İngiltere tarihinde bir dönüm noktasıydı. Normanlar, adaya Fransız kültürünü, dilini ve feodal sistemini getirdiler. İngiltere toprakları Norman lordlara dağıtıldı ve böylece adada feodalite dönemi başladı.

Plantagenet Hanedanı ve Magna Carta

1154 yılında tahta geçen II. Henry, güçlü bir merkezî yönetim kurarak krallığın tüm topraklarda hâkimiyetini sağladı. Onun döneminde İngiliz hukuk sistemi gelişti ve kraliyet mahkemeleri kuruldu.

1189’da II. Henry’nin ölümü üzerine tahta geçen I. Richard (Aslan Yürekli Richard), Haçlı Seferleri’ne katılmak için neredeyse tüm saltanatını ülkesi dışında geçirdi. Richard’ın 1199’da ölümünden sonra tahta geçen kardeşi Kral John, Canterbury başpiskoposluğu meselesi yüzünden Papa III. Innocent ile anlaşmazlığa düştü.

İşte bu kargaşa ortamında, John’a karşı ayaklanan baronlar ve piskoposlar, 15 Haziran 1215’te kralı Magna Carta’yı (Büyük Sözleşme) imzalamaya zorladılar. Bu belge, kralın yetkilerini sınırlayan ve baronların haklarını koruma altına alan tarihi bir dönüm noktasıydı. Magna Carta, İngiliz anayasal gelişiminin temel taşlarından biri oldu ve modern demokrasilerin gelişiminde önemli bir adım sayıldı.

Ortaçağ İngiltere’si: Savaşlar ve Salgınlar

I. Edward’ın saltanatı (1272-1307) sırasında ülke içinde genel anlamda istikrar sağlanmış olsa da, krallık ile feodal lordlar arasındaki gerginlik sürekli kendini hissettiriyordu. Bu dönemde İngiltere, Galler’i ele geçirdi ve İskoçya üzerinde hâkimiyet kurmaya çalıştı.

14. yüzyılın ortalarında Avrupa’yı kasıp kavuran veba salgını (Kara Ölüm), İngiltere’de de büyük bir nüfus kıyımına yol açtı. Nüfusun neredeyse üçte biri bu salgında hayatını kaybetti. Aynı dönemde Fransa ile başlayan Yüz Yıl Savaşları (1337-1453), İngiltere’yi ekonomik olarak zorladı. Tüm bu olumsuzluklar, ülkede işsizliğin ve yoksulluğun artmasına neden oldu.

15. yüzyılın ortalarında İngiltere, “Güllerin Savaşı” olarak bilinen iç çatışmaya sahne oldu. York ve Lancaster hanedanları arasındaki bu taht mücadelesi yaklaşık otuz yıl sürdü. Nihayetinde 1485’te Lancaster hanedanının son varisi Henry Tudor’un zaferiyle sona erdi ve böylece İngiltere’de Tudor dönemi başlamış oldu.

Tudor Dönemi: Reform ve Rönesans

Tudor hanedanı döneminde (1485-1603) İngiltere, büyük bir değişim ve dönüşüm sürecine girdi. Özellikle VIII. Henry ve kızı I. Elizabeth’in saltanatları, İngiliz tarihinin en parlak dönemlerinden biri olarak kabul edilir.

VIII. Henry’nin Kraliçe Catherine’den boşanmak istemesi, onu Papalık’la karşı karşıya getirdi. Papa bu boşanmayı onaylamayınca, Henry 1534’te kendisini İngiltere Kilisesi’nin başı ilan ederek tüm kilise mallarına el koydu. Böylece İngiltere’de Katolik Kilisesi’nden ayrı bir Anglikan Kilisesi kuruldu ve ülkede Protestanlık hâkimiyeti başladı.

1558’de tahta geçen I. Elizabeth dönemi, İngiltere’nin “Altın Çağı” olarak bilinir. Bu dönemde başlayan deniz aşırı seferler ve keşifler, İngiltere’nin itibarını ve ticaret hacmini artırdı. İngiliz Doğu Hindistan Şirketi kuruldu ve İngiltere, dünya ticaretinde Hollanda, İspanya ve Portekiz ile rekabete girişti. Aynı zamanda William Shakespeare, Francis Bacon gibi önemli edebiyatçı ve düşünürler de bu dönemde yetişti.

Stuart Hanedanı ve İç Savaş

Elizabeth’in 1603’te çocuksuz ölümüyle İskoçya Kralı I. James (VI. James) İngiltere tahtına geçti ve böylece Stuart hanedanı dönemi başladı. Ancak Stuart’ların mutlak monarşi anlayışı, giderek güçlenen parlamento ile çatışmaya yol açtı.

I. James’in oğlu I. Charles’ın parlamentoyu göz ardı eden tutumu, 1642’de kralcılarla parlamento destekçileri arasında iç savaşın patlak vermesine neden oldu. Oliver Cromwell liderliğindeki parlamento taraftarları, 1648’de savaştan galip çıktılar ve Kral I. Charles idam edildi.

Cromwell yönetimindeki cumhuriyet dönemi (Commonwealth ve Protectorate) uzun sürmedi. Cromwell’in 1658’de ölümünden sonra monarşiye dönüş kararlaştırıldı ve sürgünde bulunan Stuart hanedanından II. Charles 1660’ta İngiltere’ye dönerek tahta geçti. Bu dönem “Restorasyon” (Onarım) olarak adlandırılır.

Meşruti Monarşi ve Hannover Hanedanı

II. Charles’ın kardeşi II. James’in Katolikliği yeniden hakim kılma çabaları, 1688’de “Şanlı Devrim” (Glorious Revolution) ile sonuçlandı. James’in damadı Hollandalı William ve karısı Mary, parlamentonun daveti üzerine İngiltere’ye geldiler. James Fransa’ya kaçmak zorunda kaldı.

William ve Mary, parlamentonun hazırladığı “Haklar Bildirgesi”ni (Bill of Rights) kabul ederek tahta geçtiler. Bu belge, kralın yetkilerini ciddi şekilde sınırlıyor ve parlamentonun üstünlüğünü tesis ediyordu. Böylece İngiltere’de meşruti monarşi dönemi resmen başlamış oldu.

Kraliçe Anne’nin 1702-1714 arasındaki saltanatında, İskoçya ve İngiltere yönetimleri 1707’de Birleşik Krallık adı altında birleştirildi. Anne’nin çocuksuz ölümü üzerine, en yakın Protestan akrabası olan Hannover Elektörü I. George tahta geçti ve böylece Hannover hanedanı dönemi başladı.

Sanayi Devrimi ve İmparatorluğun Yükselişi

18. yüzyılın ikinci yarısında İngiltere’de başlayan Sanayi Devrimi, dünya tarihinin en önemli dönüm noktalarından biridir. Buhar gücünün kullanımı, mekanik dokuma tezgâhlarının icadı ve demir-çelik üretimindeki yenilikler, İngiltere’yi dünyanın ilk sanayileşen ülkesi yaptı.

Bu dönemde İngiltere, Yedi Yıl Savaşları’nda (1756-1763) Fransa’ya karşı büyük bir zafer kazandı ve Kuzey Amerika ile Hindistan’daki Fransız bölgelerine hâkim oldu. Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nda (1775-1783) 13 kolonisini kaybetse de, Napolyon Savaşları’ndan sonra dünyanın en güçlü devleti olarak ortaya çıktı.

Kraliçe Victoria dönemi (1837-1901), Britanya İmparatorluğu’nun altın çağı olarak kabul edilir. Bu dönemde İngiltere, dünya yüzölçümünün dörtte birine ve dünya nüfusunun beşte birine hükmeden muazzam bir imparatorluk haline geldi. Hindistan’dan Kanada’ya, Avustralya’dan Afrika’ya kadar geniş topraklar İngiliz bayrağı altında birleşti. “Üzerinde güneş batmayan imparatorluk” tabiri de işte bu dönemde ortaya çıktı.

20. Yüzyıl: İki Dünya Savaşı ve İmparatorluğun Çöküşü

20. yüzyıla gelindiğinde Britanya İmparatorluğu, büyüklüğünün getirdiği sorunlarla yüzleşmeye başladı. İşçi sınıfının yükselişi, Katolik İrlandalıların bağımsızlık talepleri ve ekonomik zorluklar, imparatorluğu zorlamaya başladı.

Birinci Dünya Savaşı’nda (1914-1918) Fransa, İtalya ve Rusya ile birlikte İttifak Devletleri’ne karşı savaşan Birleşik Krallık, savaşı kazanmasına rağmen, bu zafer büyük bir ekonomik ve insani bedel ödenerek elde edildi. Savaşın getirdiği yük, imparatorluğun gücünü ciddi şekilde zayıflattı.

İki dünya savaşı arasındaki dönemde toparlanmaya çalışan Britanya, Hitler’in Almanya’sının yükselişiyle yeni bir tehdit ile karşı karşıya kaldı. İkinci Dünya Savaşı (1939-1945) başında Almanların gösterdiği başarı, İngilizleri büyük ölçüde sarstı. Başbakan Winston Churchill’in liderliğinde Britanya, tüm zorluklara rağmen direndi ve müttefikleriyle birlikte savaşı kazandı. Ancak bu zafer de büyük bir ekonomik yıkımı beraberinde getirdi.

Savaşın ardından, 1947’de Hindistan’ın bağımsızlığını kazanmasıyla başlayan süreçte, sömürge ülkeler bir bir Britanya’dan ayrıldılar. İmparatorluk hızla küçüldü ve Britanya, küresel güç statüsünü Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği’ne kaptırdı.

Soğuk Savaş ve Avrupa Entegrasyonu

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Sovyet tehdidine karşı NATO’ya giren Britanya, ekonomik zorluklar nedeniyle Avrupa ülkeleriyle de yakınlaşmak zorunda kaldı. 1973’te Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET, daha sonra Avrupa Birliği olacak) üye oldu.

1977’de Kuzey Denizi’nde petrol bulunması, ekonomik toparlanma için önemli bir itici güç oldu. 1979-1990 yılları arasında görev yapan ve “Demir Lady” lakabıyla anılan Başbakan Margaret Thatcher döneminde, liberal ekonomi politikaları uygulandı ve devlet kontrolündeki birçok şirket özelleştirildi.

Bu dönemde Britanya, eski küresel ağırlığını tekrar hatırlatmaya çalıştı. 1982’de Arjantin’in Falkland Adaları’nı işgali üzerine başlayan savaşta Britanya’nın galip gelmesi, ulusal gururu yükseltti.

Modern Britanya: AB İlişkileri ve Brexit

Son 30 yılda Britanya siyaseti ve tarihi büyük ölçüde Avrupa Birliği ile ilişkiler çerçevesinde şekillendi. AB ekonomik birlikten siyasi birliğe dönüştükçe, Britanya bu entegrasyon sürecinde kendini giderek daha fazla soyutladı.

Margaret Thatcher’ın AB ile işçi hakları konusundaki anlaşmazlıkları, onun sonunu hazırlarken, 1997’de iktidara gelen İşçi Partili Tony Blair, Birlik’le daha yakın ilişkiler kurdu. Ancak halk arasında artan AB karşıtlığı, 2010 yılında Muhafazakâr Parti’yi tekrar iktidara getirdi.

David Cameron’ın vaat ettiği üzere 2016’da düzenlenen “Brexit referandumu” sonucunda Britanya halkının çoğunluğu AB’den ayrılmak yönünde oy kullandı. Bu ayrılık, ancak Boris Johnson’ın başbakanlığı döneminde, 2020 yılında gerçekleşti.

Brexit sürecinin tamamlanmasının hemen ardından dünyayı sarsan COVID-19 pandemisi, Britanya’yı da ağır bir şekilde etkiledi. Pandemi başlangıcında sağlık sistemi çökme noktasına gelen ülke, 2021’de aşılama programı sayesinde salgını belli bir oranda kontrol altına almayı başardı.

Sonuç: Bir İmparatorluğun Dönüşümü

Antik Keltlerden modern Brexit Britanya’sına uzanan bu tarihsel yolculuk, bir adanın nasıl dünyanın en büyük imparatorluklarından birine dönüştüğünü ve sonra nasıl değiştiğini gösteriyor. Britanya tarihi; güç, kültür, teknoloji ve politikanın karmaşık bir dokusunu sunarken, aynı zamanda modern dünyamızın şekillenmesinde ne kadar büyük bir rol oynadığını da gözler önüne seriyor.

Britanya İmparatorluğu’nun mirası, günümüzde Commonwealth ülkeleri, İngiliz dili, hukuk sistemi ve parlamenter demokrasi modeli olarak varlığını sürdürüyor. Her ne kadar eski güç ve ihtişamını kaybetmiş olsa da, Birleşik Krallık hâlâ dünya sahnesinde önemli bir oyuncu olmaya devam ediyor.

Tarih, bize geçmişi anlamak kadar, geleceği de şekillendirme imkânı sunar. Britanya’nın bundan sonraki yolculuğunu ise, içinde bulunduğumuz zaman nehrinde sürüklenirken hep birlikte göreceğiz.

Sık Sorulan Sorular

Britanya adı nereden geliyor?

“Britanya” adı, Roma döneminde adaya verilen “Britannia” isminden gelir. Daha öncesinde adada yaşayan Kelt kabilelerinden olan Britonlar’dan esinlenildiği düşünülmektedir. “İngiltere” (England) adı ise, 5. ve 6. yüzyıllarda adaya yerleşen Germen kabilelerinden biri olan Angıllar’dan (Angles) gelir ve “Angılların toprağı” anlamına gelir.

Magna Carta neden bu kadar önemlidir?

1215 yılında imzalanan Magna Carta (Büyük Sözleşme), kralın mutlak gücünü sınırlayan ve baronların haklarını koruyan ilk önemli belgedir. Modern anayasal hükümet fikrini başlatan bu belge, hiç kimsenin (kral dahil) yasaların üzerinde olmadığı prensibini getirmiştir. Magna Carta’nın bazı maddeleri günümüz İngiliz hukukunda hâlâ geçerlidir ve dünya çapında birçok anayasal belgeye ilham kaynağı olmuştur. Özellikle “hukuk önünde eşitlik” ve “adil yargılanma hakkı” gibi temel haklar ilk kez bu belgede yazılı hale getirilmiştir.

İngiliz Kilisesi’nin Roma Katolik Kilisesi’nden ayrılmasının asıl sebebi neydi?

İngiliz Kilisesi’nin Roma Katolik Kilisesi’nden ayrılmasının resmi sebebi, Kral VIII. Henry’nin ilk eşi Catherine of Aragon’dan boşanma isteğiydi. Henry ve Catherine’in erkek çocukları olmamıştı ve Henry, tahtın geleceğini güvence altına almak istiyordu. Papa VII. Clement bu boşanmayı onaylamayı reddedince, Henry 1534’te kendisini İngiltere Kilisesi’nin başı ilan etti ve tüm kilise mallarına el koydu. Ancak ayrılmanın altında yatan daha derin sebepler arasında Henry’nin kilise üzerinde mutlak kontrol sağlama isteği ve kilise varlıklarını ele geçirme arzusu da vardı.

Britanya İmparatorluğu’nun en geniş sınırlarına ulaştığı dönem hangisidir?

Britanya İmparatorluğu, Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda, 1920’lerin başında en geniş sınırlarına ulaşmıştır. Bu dönemde imparatorluk, dünya kara alanının yaklaşık %24’üne (33.7 milyon km²) ve dünya nüfusunun yaklaşık %23’üne (458 milyon kişi) hükmediyordu. İmparatorluk; Kanada, Avustralya, Hindistan, geniş Afrika toprakları, Karayipler ve dünyanın dört bir yanındaki sayısız adayı kapsıyordu. Bu muazzam yayılım nedeniyle “üzerinde güneş batmayan imparatorluk” olarak anılıyordu, çünkü dünyanın farklı zaman dilimlerindeki toprakları sayesinde her zaman imparatorluğun bir bölgesinde gündüz oluyordu.

Brexit nedir ve neden gerçekleşti?

Brexit, “British Exit” (Britanya’nın Çıkışı) kelimelerinin kısaltmasıdır ve Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden ayrılma sürecini ifade eder. 23 Haziran 2016’da yapılan referandumda Britanya halkının %52’si AB’den ayrılma yönünde oy kullanmış, bu karar 31 Ocak 2020’de resmen yürürlüğe girmiştir. Brexit’in gerçekleşmesinde birçok faktör rol oynamıştır: AB’nin giderek artan siyasi entegrasyon talepleri, göç konusundaki endişeler, ulusal egemenlik kaygıları, AB’ye yapılan finansal katkılar ve Britanya’nın kendine özgü ada kimliğini koruma isteği bunların başında gelir. Brexit destekçileri, AB’den ayrılmanın Britanya’ya kendi ticaret anlaşmalarını yapma, göçü kontrol etme ve yasalarını belirleme özgürlüğü vereceğini savunmuşlardır.

Britanya’nın sömürge imparatorluğunun çöküşü nasıl gerçekleşti?

Britanya İmparatorluğu’nun çöküşü, İkinci Dünya Savaşı sonrasında hızlanmıştır. Savaşın getirdiği ekonomik yük, sömürgelerdeki bağımsızlık hareketlerinin güçlenmesi ve Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyetler Birliği’nin yeni süper güçler olarak ortaya çıkması bu süreci tetiklemiştir. 1947’de Hindistan ve Pakistan’ın bağımsızlıklarını kazanması büyük bir dönüm noktası olmuş, bunu 1950 ve 1960’larda Afrika ve Karayipler’deki sömürgelerin bağımsızlığı izlemiştir. 1997’de Hong Kong’un Çin’e devredilmesi, büyük sömürge imparatorluğunun fiilen sonu olarak kabul edilir. Britanya, eski sömürgelerinin çoğuyla ilişkilerini Commonwealth (Milletler Topluluğu) çatısı altında sürdürmüştür. Bu, İngiliz kültürel ve ekonomik etkisinin bir ölçüde devam etmesini sağlamıştır.

Kaynakça

  • Black, Jeremy. (2008). A History of the British Isles. Palgrave Macmillan.
  • Churchill, Winston S. (1956-58). A History of the English-Speaking Peoples. Cassell.
  • Ferguson, Niall. (2004). Empire: How Britain Made the Modern World. Penguin Books.
  • Schama, Simon. (2000-2002). A History of Britain. BBC Books.
  • Davies, Norman. (1999). The Isles: A History. Oxford University Press.
  • Hobsbawm, Eric. (1987). The Age of Empire: 1875-1914. Weidenfeld & Nicolson.
  • Johnson, Paul. (1995). The Offshore Islanders: A History of the English People. Phoenix Press.
  • Morris, Jan. (1998). Pax Britannica: The Climax of an Empire. Faber and Faber.
  • Tombs, Robert. (2014). The English and Their History. Allen Lane.
  • Morgan, Kenneth O. (ed). (2010). The Oxford History of Britain. Oxford University Press.

Read more

Türk Mitolojisi ile Orta Dünya Benzerlikleri: Bozkurtlar, Ejderhalar ve Ruhlar - Evrensel Arketipler ve Kültürel Köprüler

Valla, ilk kez Yüzüklerin Efendisi‘ni okuduğumda bir garip olmuştum! Sanki bu hikayeleri daha önce duymuş gibi hissediyordum. Wargs’lar bana bozkurtları hatırlatıyordu, Smaug dedeler tarafından anlatılan ejder masallarını andırıyordu, Nazgûl’lar ise tam bir karabasan gibiydi! Sonradan öğrendim ki bu sadece benim hayalim değilmiş! Türk okuyucuların çoğu Orta Dünya‘

By Hikmet Anbarcı