google-site-verification=JqUa_tpY-arGmH6gxH6bFO7jRh1d-2Vy489DaQR8NZo

Tanrıları Överken: Rasyonalist Dünyanın Unuttuğu Ruhsal Boyutlar ve Modern İnsanın Kayıpları

Tanrıları Överken: Rasyonalist Dünyanın Unuttuğu Ruhsal Boyutlar ve Modern İnsanın Kayıpları

Valla, bazen okuduğunuz bir yazı var ya, sizi öyle sarsar ki… Simon Sarris‘in “In Praise of the Gods” makalesi tam böyle bir şey! Adam resmen modern dünyanın en büyük sorunlarından birini ele alıyor: Sadece aklımızla yaşamaya çalışırken ruhsal boyutlarımızı nasıl kaybettiğimizi. Bu sadece felsefik bir tartışma değil, günlük hayatımızın her alanında yaşadığımız bir krizi anlatıyor.

Düşünsenize, Descartes‘tan bu yana yaklaşık 400 yıldır “düşünüyorum, o halde varım” mantığıyla yaşıyoruz. Ama bu süreçte ne kaybettik? Sarris’in dediği gibi, rasyonellik güçlü bir araç ama aynı zamanda “en kötü aşırılığımız” da! Tek araç olarak kullandığımızda zihinlerimizi kırılgan hale getiriyor.

Ben bu makaleyi okurken içim acıdı doğrusu. Çünkü modern şehirlerimize baktığımızda ne görüyoruz? Beton bloklar, sıkıcı binalar, ruhu olmayan mekanlar… Sarris’in bahsettiği Le Corbusier’nin Paris planları gibi. Adam bütün Paris’i yıkıp yerine “düzenli” beton kuleler yapmak istemiş! (Neyse ki gerçekleşmemiş ama ruhu yaşıyor işte her yerde!)

Peki bu durumdan nasıl çıkacağız? Sarris üç önemli yol gösteriyor: Hikayeler (sezgi geliştirmek için), Simya (süreç odaklı düşünmek için), ve Din (hayret duygusunu geliştirmek için). Tabii bunlar literal anlamda değil, sembolik olarak…

Bu yazıda, Sarris’in bu derin görüşlerini hem destekleyeceğim hem de sorgulayacağım. Çünkü rasyonalizm eleştirisi önemli ama aynı zamanda dikkatli olmak lazım – bilimi tamamen reddetmek de yanlış olur! Asıl mesele denge bulmak.

Hazırsanız, modern dünyanın kaybettiği ruhsal boyutları keşfetmeye, tanrıları nasıl unuttuğumuzu anlamaya çalışalım. Ama unutmayın, bu sadece nostaljik bir bakış değil, geleceğe dair de önemli ipuçları içeriyor!

Tanrıları Överken: Rasyonalist Dünyanın Unuttuğu Ruhsal Boyutlar ve Modern İnsanın Kayıpları
Tanrıları Överken: Rasyonalist Dünyanın Unuttuğu Ruhsal Boyutlar ve Modern İnsanın Kayıpları

{tocify} $title={İçindekiler}

Rasyonalitenin Sarhoşluğu: Modern Zihnin Krizi

Sarris‘in “rasyonelliğin sarhoşluğu” deyimi gerçekten çok yerinde! Düşünsenize, sarhoşken nasıl sadece bir duyumuz ön plana çıkıp diğerlerini kapatıyorsa, aşırı rasyonellik de aynı etkiyi yapıyor. Sadece mantık, sadece kanıt, sadece ölçülebilir şeyler… Gerisi “saçmalık” sayılıyor!

Bu durumun en trajik örneği dindar insanlar arasında bile görülmesi. Sarris çok doğru diyor: En dindar görünenler bazen en rasyonalist davranıyorlar! Sürekli “kanıt”, “ispat”, “mantıklı açıklama” arıyorlar. Ama tanrısal olan zaten gizem istiyor, kanıt değil!

(Ben bu konuda çok düşündüm. Hani derler ya “İman gözle görülmez” diye? İşte tam bu! İnanç, kanıt isteyince inanç olmaktan çıkıyor, bilgi oluyor. Ama bilgi ile inanç aynı şey değil ki!)

Bedenleşmemiş yaşam sorunu da çok kritik. Modern entelektüeller sadece kafalarında yaşıyor, fiziksel dünyayla bağlantıları kopmuş. Sonra da çevreyi, şehirleri, binaları düzenlerken bu kopukluk yansıyor her yere!

Le Corbusier’nin Paris planları mükemmel örnek bu konuda. Adam “düzeni ve sakinliği” vaat ediyor ama aslında ruhsuz bir hapishane tasarlıyor! Çünkü hiç Paris sokaklarında yürümemiş, café’lerde oturmamış, insanları gözlemlememiş. Sadece kağıt üzerinde “ideal şehir” çizmiş.

En acı yanı, bu zihniyetin günümüzde de sürmesi. Kaç tane AVM gördük hep aynı, kaç tane site hep aynı… İnsan doğasını görmezden gelip sadece “fonksiyonel” olana odaklanınca böyle oluyor işte!

Kayıp Sanat: Günlük Yaşamdan Çıkarılan Güzellik

Bu kısım beni en çok etkiledi doğrusu! Sarris‘in anlattığı o ortaçağ köylüsü ve modern zengin karşılaştırması… 1000 yıl önce sıradan bir köylü, mermer heykeller arasında yürüyor, kubbeli yapılarda alışveriş yapıyor, demircinin ateşle büyüsünü izliyormuş. Şimdi ise en zenginler bile ev dekorasyonu için art.com‘dan poster alıyor!

Bu sadece nostalji değil, gerçek bir kayıp! Sanat bir zamanlar günlük yaşamın parçasıydı. İnsanlar sanat “tüketmezdi”, içinde yaşardı! Şimdi ise sanat müzelere, garilere sıkışmış, “özel” bir alan olmuş.

Hani bazen eski şehirlere gidince o hissi yaşarız ya… İstanbul’un Beyoğlu’nda, Paris’in Montmartre’ında, Prag’ın merkezinde yürürken farklı hissederiz. Neden? Çünkü o binalar sadece “barınmak” için yapılmamış, güzel olmak için de yapılmış!

Modern mimaride ise ne var? Cam-çelik kutular, “fonksiyonel” tasarımlar, “maliyet-verimli” çözümler… Güzellik? O “gereksiz lüks” sayılıyor! Sonra da insanlar depresyona giriyor, ruhen yorgun hissediyor kendini…

En ilginç yanı, zengin-fakir ayrımının tersine dönmesi. Eskiden fakir köylü bile güzel çevrede yaşıyorken, şimdi zenginler bile ruhsuz mekanlarda yaşıyor! Penthouse’lar ölü, ama tarihi meydanlar diri ve canlı!

Hikayeler: Sezgiyi Geliştiren Unutulmuş Eğitim

Hikayeler konusunda Sarris çok doğru söylüyor! Modern eğitim sistemi hikayeleri “çocuksu” buluyor, onun yerine “gerçek bilgi” veriyor. Ama sezgi geliştirmek için hikayelere ihtiyaç var!

Düşünün, eskiden herkes mitolojik eğitim alırmış. Yunan mitolojisi, İskandinav sakaları, halk masalları… Bunlar sadece eğlence değildi, yaşam dersiydi! Her hikaye, “bunu yaparsan şu olur” diye öğretiyordu.

Modern çocuk ne öğreniyor? Matematik, fizik, kimya… Hepsi önemli tabii ama ikinci derece etkiler hakkında hiçbir şey öğrenmiyor! Oysa masallar bunu öğretir: Her davranışın beklenmedik sonuçları olur!

TV’nin zararlı olması da bu yüzden. Sarris diyor ki “TV düşünmenizi istemez, sadece dikkatinizi ister.” Çok doğru! Kitap okurken hayal kurarsınız, karakterlerle özdeşleşirsiniz. TV izlerken ise pasif alıcı olursunuz.

En önemli kısım, gelenek konusu. Kişisel deneyimimiz sınırlı ama toplumsal bilgelik çok geniş! Gelenekleri “anlamsız” diye atmak, binlerce yıllık birikimi çöpe atmak demek.

(Bana babaannemin öğütlerini hatırlatıyor bu. O zamanlar “boş inanç” diye geçiştirdiğim şeyler, sonradan ne kadar haklı çıkıyor!)

Simya: Süreç Odaklı Bilimin Kaybolan Ruhu

Bu bölüm en ilginç olanı bence! Sarris‘in “simya son dürüst bilimdi” sözü çok cesur ama haklı tarafları var. Çünkü simya “bir şeyler aradığını” kabul ederken, modern bilim “bir şeyler bildiğini” iddia ediyor!

“Yerleşik bilim”, “bilimsel konsensüs” gibi ifadeler gerçekten de saçma! Bilim sonuç değil, süreç! Konsensüs ise siyaset meselesi. Galileo zamanında konsensüs “Dünya merkezde” diyordu, Galileo haksız mıydı?

Modern bilimin en büyük sorunu, otoriteye dayalı hale gelmesi. İnsanlar “bilim dedi” diye kabul ediyor, ama hangi bilim? Kim dedi? Nasıl test edildi? Sormuyor!

Beslenme bilimi örneği çok çarpıcı. 60 yıldır yanlış araştırmalarla “yağ kötü, karbonhidrat iyi” diyorlar, milyonlarca insan ölüyor! Lobotomi Nobel ödülü almış, ödül geri alınmamış! Bu nasıl “güvenilir bilim”?

Paracelsus‘un öğüdü çok değerli: “Üniversiteler her şeyi öğretmez. Doktor, yaşlı kadınlardan, çingenelerden, büyücülerden ders almalı.” Yani farklı kaynaklara açık olmak, dogmaya kapanmamak!

Simyanın asıl mesajı şu: Dünya hala sırlar saklıyor! Her şeyi bildiğimizi sanmak kibir. Merak, araştırma, sorgulama ruhu lazım. “Uzman dedi” diye geçiştirmek değil!

Din: Hayret Duygusunu Yaşatmak

Bu kısımda Sarris çok hassas bir konuya giriyor. Din denince akla hemen “irrasyonellik” geliyor ama o başka bir şey anlatıyor: Hayret duygusunu yaşatmak!

Çocukların doğal olarak tapınak yapmak, dans etmek, bağırmak istemesi çok anlamlı! Bu “irrasyonel” değil, insani! Şarkı söylemek niye mantıklı değil? Güneş doğumunu izlemek niye saçma?

Chesterton’ın içki örneği mükemmel: “Mutluyken iç, mutsuzken içme. İhtiyacın varken değil, yokken iç!” Mantıklı olmayan ama doğru! Çünkü kutlama başka bir şey, tedavi başka bir şey!

Modern insanın en büyük hatası, her şeyi “anlamak” zorunda hissetmesi. Ama bazı şeyler anlaşılmak için değil, yaşanmak için var! Gün doğumu “sadece bir yıldız” diye bakınca güzelliği kaçırıyorsunuz!

Ritüeller konusu da çok önemli. Modern insan ritueli “anlamsız” buluyor ama rituel aslında bedensel deneyimi kabul etmek demek! Sadece kafayla değil, bütün varlığınızla yaşamak!

En güzel kısım, tanrıların bizim “yaratıcılığımıza” ihtiyaç duyması fikri! Hölderlin’in dizeleri çok etkileyici: Tanrılar ölümsüz ama tutkusuz, bizim tutku yaşamamız lazım!

Geleneksel Bilgelik vs Modern Bilim: Yanlış Dikotomi

Şimdi gelelim biraz eleştirel bakmaya… Sarris‘in makalesi çok etkileyici ama bazı noktalarda aşırıya kaçıyor gibi. Sanki rasyonellik tamamen kötü, mistik deneyim tamamen iyi gibi bir dikotomi var. Ama gerçek bu kadar basit mi?

Mesela modern tıp konusunu düşünün. Evet, yanlış araştırmalar var, lobiler var. Ama antibiyotikler sayesinde milyonlarca insan yaşıyor! Cerrahi teknikler gelişiyor, kanser tedavileri ilerliyor. Bunları da görmezden gelemeyiz!

Ya da şehircilik konusu… Le Corbusier’nin planları berbat ama modern şehirlerin bazı avantajları da var. Kanalizasyon, elektrik, ulaşım… Ortaçağ şehirleri güzel ama veba salgınları da oluyordu!

Asıl sorun, “ya hep bu ya hep o” zihniyeti. Neden hem bilimsel yöntem hem de geleneksel bilgelik olamaz? Neden hem mantık hem de sezgi birlikte kullanılamaz?

Belki de çözüm, Sarris’in de ima ettiği gibi, dengeyi bulmak. Rasyonelliği reddetmek değil, onu tek araç olmaktan çıkarmak. Mistik deneyimi de fanatizme dönüştürmeden, yaşamın zenginliği için kullanmak.

Çocuk Eğitimi: Hikaye ve Bilim Arasında Denge

Bu konuda Sarris‘in söyledikleri çok değerli! Modern eğitim gerçekten de hikayeleri görmezden geliyor. Ama tam tersini yapmak da tehlikeli olabilir. Nasıl bir denge kurulabilir?

Mesela bilim eğitimini hikayeleştirmek mümkün! Kepler’in gezegen yasalarını bulma hikayesi, Darwin’in evrim teorisini geliştirme serüveni, Marie Curie’nin radyoaktivite keşfi… Hepsi muhteşem hikayeler!

Ya da matematik için Pisagor’un teoremi hikayesi, Fibonacci dizisinin doğadaki örnekleri… Hem bilimsel hem de hikaye olur!

Kritik düşünme de önemli tabii. Ama bunu “her şeyi sorgula” diye değil, “düşünerek sorgula” diye öğretmek lazım. Masallar da aslında kritik düşünme öğretiyor: “Hırs kötü sonuçlar doğurur”, “kibir düşürür” gibi…

Belki de en iyi yaklaşım, çocuklara hem bilimsel yöntem hem de hikaye anlatıcılığı öğretmek. Hem laboratuvar deneyimi hem de masal anlatımı. Hem matematik hem de müzik!

Modern Sanat Sorunu: Demokratikleşme vs Kalite

Sarris’in sanat konusundaki eleştirileri haklı ama eksik yanları da var. Evet, eskiden sanat günlük yaşamın parçasıydı. Ama o sanatı kim yapıyordu? Çok az sayıda usta! Şimdi ise milyonlarca insan sanatla uğraşabiliyor!

Demokratikleşme kaliteyi düşürüyor mu? Belki ama erişimi artırıyor! Eskiden sadece kilise ya da saray sanat sipariş ederken, şimdi herkes kendi sanatını yaratabiliyor!

Instagram’daki fotoğraflar Michelangelo kadar değerli değil tabii. Ama belki de önemli olan, herkesin güzellik yaratma şansının olması? Belki de “yüksek sanat” ile “halk sanatı” arasında köprü kurmak?

Modern şehircilikte de benzer durum var. Evet, beton bloklar ruhsuz ama ucuz ve hızlı! Herkes için güzel ev yapmak ideali güzel ama pratikte nasıl uygulanacak?

Belki de çözüm, teknoloji ve geleneksel estetik değerleri birleştirmek. Modern malzemelerle eski güzellik anlayışını harmanlayan projeler var işte!

Bilimsel Yöntem: Reformuna mı Reddetmeye mi?

Bu kısımda Sarris çok radikal konuşuyor! “Bilim janitor’lara ihtiyacı var” diyor, yani temizlik yapılması lazım. Bu konuda haklı ama tam reddetmek doğru mu?

Peer review sistemi sorunlu ama alternatifi ne? Herkes istediğini yayınlasın mı? O zaman da kaos olur! Belki sistemi iyileştirmek, reddetmek değil?

Beslenme bilimindeki yanlışlıklar gerçek ama aşı teknolojisi de bilim sayesinde gelişti! COVID-19 pandemisinde mRNA aşıları sayesinde milyonlarca insan hayatta kaldı!

Konsensüs her zaman doğru değil ama tamamen yok sayılır mı? Belki de “konsensüs + sürekli sorgulama” formülü işe yarar?

Paracelsus’un “yaşlı kadınlardan öğren” öğüdü güzel ama geleneksel tıp da her zaman doğru değil ki! Kimi bitki ilaçları etkili, kimi zararlı. Test etmek lazım!

Din ve Modernlik: Çelişki mi Sentez mi?

Sarris’in din anlayışı çok ilginç ama biraz idealize edilmiş gibi. Modern dünyadaki dindar insanlar gerçekten sadece “kanıt arayan rasyonalistler” mi?

Bence çoğu dindar insan hem inancını hem de aklını kullanıyor. Bilimle inancı çelişkili görmüyor. Bu kötü bir şey mi? Yoksa modern dünyanın gerçeği mi?

Ritüeller konusunda kesinlikle haklı! Modern hayat rituel yoksunu. Ama geleneksel dinlerin ritüelleri herkes için uygun mu? Belki yeni ritüeller, modern ritüeller de yaratılabilir?

Mesela yoga, meditasyon, mindfulness… Bunlar modern ritüeller sayılmaz mı? Geleneksel ama aynı zamanda bilimsel araştırmalarla destekleniyor!

Ya da sanat ritüelleri… Konser dinlemek, tiyatro izlemek, müze gezmek… Bunlar da hayret duygusu yaratmıyor mu?

Sentez Arayışı: Rasyonellik ve Mistisizmi Buluşturmak

Bence asıl soru şu: Rasyonellik ile mistik deneyim arasında köprü kurulabilir mi? Sarris’in eleştirileri değerli ama alternatif ne?

Belki de Einstein’ın yaklaşımı güzel: “Bilim din olmadan topal, din bilim olmadan kör.” İkisi birbirini tamamlayabilir! Bilim nasıl işlediğini, din neden anlamlı olduğunu açıklayabilir!

Quantum fizik zaten gizemli! Belirsizlik ilkesi, dalga-parçacık dualitesi… Bilim de mistik olabiliyor işte! Sadece dogmatik yaklaşım sorun!

Ya da nöroloji araştırmaları… Meditasyonun beyni nasıl etkilediğini gösteriyor. Bu mistik deneyimi reddetmiyor, açıklıyor!

Sanat konusunda da sentez mümkün. Digital art, interaktif enstalasyonlar, AR/VR sanatı… Teknoloji ve estetik birleşebiliyor!

Şehircilik alanında da “New Urbanism”, “biophilic design” gibi akımlar var. Hem modern ihtiyaçları hem de insan doğasını dikkate alıyor!

Pratik Çözümler: Günlük Hayatta Denge Arayışı

Teorik tartışma güzel ama pratikte ne yapabiliriz? Sarris’in önerilerini nasıl uygulanabilir hale getirebiliriz?

Hikaye konusunda: Çocuklara hem masallar hem de bilim hikayeleri anlatmak. Netflix’te bilimsel belgesel izledikten sonra mitoloji kitabı okumak. Hem fantastik roman hem de tarih kitabı okumak!

Sezgi geliştirme için: Doğa yürüyüşleri yapmak, günlük tutmak, sanat yapmaya çalışmak. Sadece mantıkla değil, hissederek de karar vermeyi öğrenmek!

Bilim konusunda: Araştırmaları körü körüne kabul etmemek ama reddetmemek de. Kaynaklarını kontrol etmek, farklı görüşleri dinlemek. “Bilim dedi” yerine “hangi araştırma, nasıl yapılmış” diye sormak!

Ritüel yaratma: Günlük küçük ritüeller geliştirmek. Sabah kahvesini özenle hazırlamak, akşam günbatımını izlemek, haftalık kitap okuma saati… Hayatı kutsallaştırmak!

Estetik konusunda: Evimizi, işyerimizi güzelleştirmek. Ucuz poster yerine kendi çektiğimiz fotoğrafları asmak. Çevremizi insan ölçeğinde düşünmek!

Gelecek Vizyonu: Yeni Rönesans Mümkün mü?

Sarris’in makalesi aslında yeni bir rönesans çağrısı yapıyor! Ortaçağ’dan Rönesans’a geçişte de benzer şeyler yaşanmıştı. Dogmatik düşünceden çıkış, sanat ve bilimin buluşması…

Belki de şimdi de benzer bir dönemde yaşıyoruz! Aşırı rasyonalizm yeni bir dogma oldu, bundan çıkış zamanı geldi. Ama bu sefer geriye değil, ileriye doğru sentez yaratarak!

Yapay zeka çağında bu daha da önemli! Makineler mantıklı düşünmeyi üstlenirse, insanlar daha çok yaratıcı, sezgisel, sanatsal alanlara odaklanabilir!

Sürdürülebilirlik hareketi de aslında Sarris’in dediği gibi bir yaklaşım! Sadece teknik çözümler değil, yaşam tarzı değişikliği, doğayla uyum…

Belki de gelecekte hibrit bir yaklaşım göreceğiz: Bilimsel kesinlik + sanatsal güzellik + spiritüel anlam… Üçünü birden barındıran yeni bir medeniyet!

Sık Sorulan Sorular

Simon Sarris’in “rasyonalizm eleştirisi” ne anlama geliyor?

Sarris, rasyonelliğin tek düşünce aracı haline gelmesini eleştiriyor. Ona göre aşırı rasyonellik “zihinleri kırılgan” yapıyor ve diğer önemli insan yeteneklerini (sezgi, estetik deneyim, spiritüel anlam) görmezden geliyor. Sorun rasyonellik değil, onun tek araç olarak kullanılması.

Modern şehircilik neden eleştiriliyor?

Sarris, Le Corbusier örneğini vererek modern mimarinin “bedenleşmemiş” yaklaşımını eleştiriyor. Sadece fonksiyonel ama ruhsuz binalar yapıldığını, ortaçağ şehirlerinin güzelliğinin kaybedildiğini savunuyor. Modern şehirlerin insani ölçekte tasarlanmadığını belirtiyor.

Hikayeler neden bu kadar önemli?

Sarris’e göre hikayeler sezgi geliştiriyor ve “ikinci derece etkileri” öğretiyor. Masallar ve mitler, her davranışın beklenmedik sonuçları olduğunu gösteriyor. Modern eğitimin bu konuda yetersiz olduğunu, sadece rasyonel bilgi verdiğini ama yaşam bilgeliği vermediğini iddia ediyor.

“Simya son dürüst bilimdi” sözü ne anlama geliyor?

Bu ifadeyle Sarris, simyanın “bir şeyler aradığını” kabul ettiğini, modern bilimin ise “bir şeyler bildiğini” iddia ettiğini vurguluyor. Bilimin süreç değil sonuç olarak görülmesini, “konsensüs” ve “otorite” odaklı hale gelmesini eleştiriyor. Gerçek bilimin sürekli sorgulama olması gerektiğini savunuyor.

Din konusundaki yaklaşımı nasıl anlamalı?

Sarris dini “hayret duygusu” yaratmak için önemli görüyor. Tanrısal olanın kanıt değil gizem istediğini, modern dindarların bile aşırı rasyonalist yaklaştığını eleştiriyor. Ritüellerin “bedenleşmiş deneyim” sağladığını, sadece mantıkla değil bütün varlıkla yaşamak gerektiğini vurguluyor.

Bu eleştiriler ne kadar haklı, aşırıya kaçıyor mu?

Sarris’in eleştirileri değerli ama bazen aşırıya kaçabiliyor. Modern bilim ve teknolojinin faydalarını görmezden gelme riski var. Asıl mesele “ya hep bu ya hep o” değil, denge bulmak. Hem rasyonel düşünce hem de sezgisel deneyim birlikte kullanılabilir. Çözüm reddetmek değil, sentez yaratmak olmalı.

Sonuç: Dengeli Bir Yaşam Felsefesi Arayışı

Simon Sarris‘in makalesi gerçekten düşündürücü! Modern dünyanın kaybettiği değerli şeyleri gözler önüne seriyor. Ama bence asıl mesaj, geçmişe dönmek değil, geleceğe doğru dengeli bir sentez yaratmak!

Rasyonellik güçlü bir araç ama tek araç olmamalı. Sezgi, estetik deneyim, spiritüel anlam da yaşamın önemli parçaları. Bunları birlikte kullandığımızda daha zengin, daha anlamlı bir hayat mümkün!

Modern şehirlerimizi, eğitim sistemimizi, bilim anlayışımızı sorgulamak önemli. Ama tamamen reddetmek değil, iyileştirmek için sorgulayalım! Teknoloji ile geleneksel değerleri, bilim ile sanatı, mantık ile sezgiyi buluşturalım!

En önemlisi, günlük hayatımızda bu dengeyi kurabilmek. Hem Netflix izleyelim hem kitap okuyalım! Hem bilimsel araştırmaları takip edelim hem doğa yürüyüşüne çıkalım! Hem mantıklı kararlar verelim hem de sezgilerimizi dinleyelim!

Sarris’in dediği gibi, “tüm çocuklar bunu biliyor.” Belki de çözüm, çocuksu merakımızı, hayret duygumumuzu kaybetmemek. Hem büyümek hem de o büyü duygusunu korumak. Tanrıları övmek, hayatın gizemini ve güzelliğini kutlamak demek!

Read more

Türk Mitolojisi ile Orta Dünya Benzerlikleri: Bozkurtlar, Ejderhalar ve Ruhlar - Evrensel Arketipler ve Kültürel Köprüler

Valla, ilk kez Yüzüklerin Efendisi‘ni okuduğumda bir garip olmuştum! Sanki bu hikayeleri daha önce duymuş gibi hissediyordum. Wargs’lar bana bozkurtları hatırlatıyordu, Smaug dedeler tarafından anlatılan ejder masallarını andırıyordu, Nazgûl’lar ise tam bir karabasan gibiydi! Sonradan öğrendim ki bu sadece benim hayalim değilmiş! Türk okuyucuların çoğu Orta Dünya‘

By Hikmet Anbarcı